Sohbet Girişi
Kategoriler
Eski Yunan’da felsefenin ortaya çıkışından Hume ve Kant’a kadar uzanan bu dönemin başlıca temsilcileri. Eskiçağ’da Eflatun ve Aristotoles, Yeni çağ ‘daysa descartesçilerdir. Her mutlak felsefesi, ikinci bir felsefedir: bir yanda görünüşlerin aldatıcı dünyasının (duygusal Dünya), öte yanda akılla kavranabilir bir dünyanın bulunduğunu ve bu sonuncu dünyanın, zaman içinde geçirdikleri değişimlere karşın nesnelerin sürekliliğini ve onlara ilişkin bilgimizin kesinliğini sağlayan idealardan ya da mutlak biçimlerden kurulmuş olduğunu ileri sürer. Söz gelimi Eflatun için önemli olan, art arda gelen evrelerden geçerek , idealer dünyasına yükselmektir.Düşünceye ve akla ilişkin ikili bir diyalektikle, insan ruhu ideaya kadar yükselebilir ve hem arınmış hem de güçlenmiş olarak yer yüzündeki yazgısını gerçekleştirmek için, yeniden aşağı inebilir. böyle bir ikincilik, mistisizme çok yakındır. Çünkü burada, gerçek bilgi, mutlağı kavrayan gerçek bir sezgiye (görüme) ulaştıran bir çile olarak düşünülmektedir.
Klasik felsefeyle birlikte mutlak, Tanrı olarak görülmüştür. Doğa (yani, bilgisini edinebileceğimiz nesneleri tümü), tanrısal iradeden kaynaklanmıştır. Nitekim, yaratılmış şeyleri, tümüyle olmasa da doğru olarak bilmeyi sağlayan akıl da, yani “doğal ışık” da, tanrısal iradelerden türemiştir. Klasik akılcılık, ister istemez iyimserdir. Descartes’e göre doğru bilginin açıklığı ve seçikliği, Tanrı’nın bizi aldatmasının olanaksızlığından ileri gelir, Ona göre, bu güvenceden yoksun olduğu için bir tanrıtanımaz, en yakın geometri teriminin doğruluğundan bile emin olamaz. Leibniz, bu konuda daha ileri gider ve Tanrı’nın, “dünyayı hesaplayarak yaratmış olduğunu”, söyleyerek, “olası dünyaların en iyisi”ne ilişkin bu hesabın ilkelerini felsefeciye açıklar ve ona, bir bakıma, Yaradan’ın görüş açısını edindirir. Ama bu tanrı’ya başvurma, hem Descartes’in mekanist anlayışının, hem Melebranche’ın Tanrı’da görme kuramının, hem Spinoza’nın üçüncü türün bilgisi görüşünün, hem de Leibniz‘in monadolojisinin doğruluğunu nasıl sağlayabilir? öğretiler arasındaki çatışmaların kuşkuculuğu doğurduğu, bilinen birşeydir. Ama Tanrı’nın yetkisinin kötüye kullanılması, bununla kalmaz, daha başka sonuçlar da doğurur. Bundan ötürü Pascal (insanların Tanrısını bulmak için), “felsefecilerin Tanrı’sını” bir yana bırakalım der; deneyciler ve kuşkucular da, Locke ve Hume’la birlikte, deneyin derslerine kulak vermek, bilgiyi düşüncelerimizin biricik kaynağı olan duyusal dünyaya dayandırmak gerektiğini ileri sürerler.
Kaynak: Gelişim Hachette
Yazar: kaRnaK
Görüntüleme: 293 defa
Kategori: Bilim ve Teknoloji, Genel
Yayınlanma Tarihi: 03 Ekim 2013
Kategoriler